22 Mayıs 2016 Pazar

Giriş

Giriş

En çok kullanılan propaganda yöntemlerinden biridir: Bir şey ne kadar sık ve ne kadar yüksek sesle söylenirse o kadar çok insan ona inanır.
Charles Darwin'in 19. yüzyılın ortalarında ortaya attığı evrim teorisi de, 150 yıldır aynı propaganda yöntemiyle savunulmakta, insanlara canlılığın kökeninin tek bilimsel açıklaması gibi sunulmaktadır. Oysa, evrim teorisi tarihin gördüğü en büyük safsatalardan biridir. Hiçbir bilimsel delili olmamasına rağmen, ideolojik anlamı nedeniyle, yoğun bir propaganda ile korunmaya ve insanlara kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu ideolojik anlam ise, evrim teorisinin tüm evreni ve canlıları Allah'ın yarattığı gerçeğine karşı bir alternatif olarak sunulmasından kaynaklanmaktadır.
Ateist, materyalist ve pozitivist fikir akımları, bu nedenle Darwin'in teorisini hemen sahiplenmişler ve bunu dine karşı bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya başlamışlardır.
20. yüzyılda, bu teorinin bilimsel olmadığı anlaşıldı, ancak evrimci propaganda buna rağmen devam etti. Evrimci "bilim" dergileri, gazete ve televizyonlar bu propagandanın en önemli aracı haline geldi. Hiçbir bilimsel değeri olmayan hayali yarı maymun yarı insan çizimlerle, her bulunan insan fosili ile birlikte "kayıp halka bulundu" diyen haberlerle, "atamız mikropmuş", "maymundan bir farkımız yok", "uzaydan mı geldik?", "deney tüpünde evrim", "HIV virüsünün evrimi", "cinsel tacizin sorumlusu evrim" gibi büyük puntolu başlıklarla, evrim teorisi sürekli delilleri bulunan, insan hayatının her yönünü açıklayabilen bir teori gibi yansıtıldı.
Aslında herkes canlılığın tesadüflerle ortaya çıkamayacak kadar kompleks olduğunu; yıldırımların, radyasyonun, güneş ışığının, cansız, bilinçsiz atomları tesadüfler sonucu çiçeklere, portakal ağaçlarına, karacalara, tavşanlara, rengarenk tüylere ve kusursuz kanat yapıları ile kuşlara, mis gibi kokusuyla ve son derece estetik görünümüyle çileklere, devasa çınar ağaçlarına, papatyalara, günümüzde modacılara esin kaynağı olan kelebeklere, kaplanlara, zeytin ağaçlarına dönüştürmeyeceğini bilir. Ayrıca bu cansız bilinçsiz atomların düşünen, konuşan, sevinen, heyecanlanan, köprüler, barajlar, uzay gemileri inşa eden, sanat eserleri meydana getiren, kendisini meydana getiren atomları, molekülleri, hücreyi inceleyen, üniversiteler kuran, devletler yöneten insanları meydana getiremeyeceği açıktır.
Evrim teorisini savunanlar da bu gerçeği aslında görmekte ancak yanlış olduğunu söyleyememektedirler. Çünkü söyledikleri takdirde, materyalist dünya görüşlerini terk etmek zorunda olduklarının, tüm canlılığı yaratan Üstün ve Güçlü, sonsuz Akıl ve İlim Sahibi bir Yaratıcı'nın, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'ın var olduğunu kabul etmeleri gerektiğinin farkındadırlar. Bu gerçeği kabul ettiklerinde ise, tüm hırslarını, kibirlerini bir kenara bırakıp, kendilerini yoktan var eden, kendilerine can veren, sayısız nimetle ve rahmetiyle kendilerini koruyup yaşatan Allah için yaşamaya başlamaları gerektiğini bilmektedirler. İşte, körü körüne dünyaya bağlı, putperestler gibi maddeyi ve kendi zekalarını ilah edinen bu insanlar, bu gerçeği kabul edemedikleri için, evrim aldatmacasını anlatmaya devam etmektedirler.
Ne var ki, günümüzde insanların büyük bir çoğunluğu artık evrim teorisinin tarihin en büyük saçmalıklarından biri olduğunu görebilmektedir. Küçük çocuklar dahi, yarı maymun yarı insan yaratıkların hiçbir zaman yaşamadıklarını bilmekte, bunlara bilimsel çizimler olarak değil, "karikatür" gözüyle bakmaktadırlar. Evrimci bilim adamlarının maskesi 20. yüzyılın sonunda düşmüş, ideolojileri uğruna insanları kandırmaya çalıştıkları anlaşılmıştır.
Bu kitapta, yerli ve yabancı basında çıkan evrim aldatmacalarına daha önce tarafımızdan verilen cevaplar biraraya getirilmiştir. Bu kitapta derlenen evrim haberlerini okuduğunuzda, söz konusu medya kuruluşlarının nasıl sistemli bir evrim propagandası içinde olduğunu, evrim teorisini savunmak uğruna ne kadar mantıksız ve gülünç iddiaları bilimsel habermiş gibi sunduklarını göreceksiniz. Ayrıca, bu evrim safsatalarına bilimin ve aklın verdiği cevapları görerek, 150 yıldır bilim dünyasının nasıl olup da böyle bir aldatmacanın peşinden gidebildiğine hayret edeceksiniz.
21. yüzyıl inşaAllah evrim teorisinin, dolayısıyla materyalist felsefenin yıkıldığı, insanların Allah'a ve din ahlakına yöneldikleri, barışın, huzur ve güvenliğin, güzel ahlakın -fedakarlığın, dayanışmanın, sevgi ve şefkatin- hakim olduğu aydınlık bir yüzyıl olarak tarihe geçecektir.

Ntv’den Evrim Masalları -I-

Ntv’den Evrim Masalları -I-

18 Eylül 2002 tarihinde NTV kanalında, BBC'den alınan The Human Body (İnsan Vücudu) isimli bir belgeselin ilk bölümü yayınlandı. İnsan vücudunun tanıtıldığı programda, insanın sözde evrimi, izleyiciye hiçbir delil sunulmadan masalsı bir üslupla anlatıldı. Söz konusu belgesel, gerçekte evrim teorisinin bilimsel dayanaklardan tamamen yoksun olduğunu gösteriyordu. Aşağıda bu belgeselde yer alan yanılgılar bilimsel olarak açıklanmaktadır.

NTV'nin Bakteri Masalı

NTV'nin evrim masalları "İlkel dünyada ilk olarak bakteriler vardı, sonra bu bakterilerden bitkiler ve hayvanlar evrimleşti" cümlesiyle başlıyordu. Oysaki"ilkel dünyada bakteriler vardı" cümlesinin bir anlamı yoktur, çünkü mesele o bakterilerin nasıl var olduğudur. Söz konusu belgeseli hazırlayanlar, izleyicilerin konuya "bakteriler de kendi kendine ortaya çıkıyordur herhalde" gibi yüzeysel bir mantıkla bakacaklarını düşünerek yanılmış olabilirler. Ama gerçekte çok kompleks olmayan bir bakterinin kökenini açıklamak bile, evrim teorisi için üstteki cümleyle geçiştirilemeyecek kadar büyük bir "sorun"dur.
Bakterilerin kökeni evrim teorisi için sorundur, çünkü teori canlılığın ilkel dünyada rastgele kimyasal reaksiyonlarla geliştiğini ileri sürmektedir. Ama böyle bir bakteride bile hiçbir kimyasal reaksiyonla açıklanamayacak kadar kompleks bir organizasyon ve "bilgi" vardır.
Bu bilgiyi biraz inceleyelim: Bir bakterinin 2000 civarında geni vardır. Her bir gen ise 1000 kadar harf (şifre) içerir. Bu da bakterinin DNA'sındaki bilginin en az 2 milyon harf uzunluğunda olması demektir. Bu hesaba göre tek bir bakterinin DNA'sının içerdiği bilgi, her biri 100 bin kelimelik 20 romana denktir.1 Bu durumda, tek bir bakterinin dahi tesadüfen oluşması veya tesadüfi etkenlerle evrimleşmesi kesinlikle mümkün değildir. Bu kadar çok bilgi içeren bir yapıya rastgele yapılacak bir müdahale bakterinin tüm çalışma sistemini bozacak kadar önemlidir. Bakterilerin gen şifrelerinde bir aksaklık olması ise, çalışma sistemlerinin bozulması, dolayısıyla ölümü anlamına gelir.
New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro, çok kompleks olmayan bir bakteride bulunan 2000 çeşit proteinin rastlantı sonucunda meydana gelme ihtimalini hesaplamıştır. Elde edilen rakam, 1040.000'de 1 ihtimaldir.2 (Bu sayı, 1 rakamının yanına 40 bin tane sıfır gelmesiyle oluşan muazzam bir sayıdır.)
15 bin kez büyütülmüş bu resimde özel olarak müdahele edilmiş bir bakteriden DNA molekülünün ayrıldığı görülmektedir. Bu bakterinin DNA'sında 4 milyon baz çifti vardır ve eğer bu DNA düz bir zemine gerilirse 1,5 mm uzunluğunda olur ki, bu da hücrenin kendisinden 1000 kez daha uzun olması demektir. Böylesine dar bir alana bu olağanüstü kompleks yapının sığdırılması bize Allah'ın yaratma sanatının inceliklerini göstermektedir.
Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe bu sayı karşısında şu yorumu yapar:
Bu sayı (1040.000) Darwin'i ve tüm evrim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu gezegenin ya da bir başkasının üzerinde hiçbir zaman (hayatın doğabileceği) bir ilkel çorba olmamıştır ve yaşamın başlangıcı rastlantısal olarak gerçekleşemeyeceğine göre, amaçlı bir aklın ürünü olmalıdır.3
İngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred Hoyle ise, tüm bu sayılar karşısında şöyle demektedir:
Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir.4
Görüldüğü gibi bir bakterinin dahi evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen meydana gelmesi imkansızdır. Hatta bir bakteriyi oluşturan 2000 çeşit proteinden tek bir tanesinin dahi tesadüfen nasıl oluştuğunu açıklayamamaktadır. Dolayısıyla, "önce bakteri vardı, sonra bakteriden bitkiler ve hayvanlar oluştu" demek, hiçbir bilimsellik içermeyen büyük bir aldatmacadır. Zaten söz konusu belgeseli hazırlayanlar da bu durumun farkında olacaklar ki, ilk bakterinin nasıl oluştuğu konusuna hiç girmeden, masalsı anlatımlarına "nasıl olduysa yeryüzünde belirmiş olan bakteriler" ifadesiyle başlamışlardır.
Ayrıca, evrimcilerin bu evrim hayallerine gösterebildikleri tek bir delil yoktur. Bakterilerle, ilk bitki ve hayvan formu olduğunu iddia ettikleri canlılar arasında hiçbir ara geçiş formu bulunmamaktadır ve bunu kendileri de itiraf etmektedir. Bu evrimcilerden biri ülkemizin önde gelen evrim savunucularından Prof. Dr. Ali Demirsoy'dur. Demirsoy bu konuda şu itirafta bulunur:
Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaşık hücrelerin meydana geldiğini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiş formu da bulunamamıştır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaşık yapıyı tümüyle taşırlar, herhangi bir şekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduğu bir gruba veya canlıya rastlanmamıştır. Yani taşınan organeller her haliyle gelişmiştir. Basit ve ilkel formları yoktur.5
Solda tek hücreli silya hücresi, sağda ise kompleks bir yapıya sahip olan sinir hücreleri görülmektedir. Bu hücrelerin hepsi birer yaratılış harikasıdır.

Çevreleri Değiştikçe Bakterilerin Evrimleştikleri Yanılgısı

NTV'nin söz konusu belgeselinde, bakterilerin zaman içinde değişime uğradığı ve bunun sonucunda daha kompleks yaşam formlarının ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Bu da hiçbir bilimsel temeli olmayan bir hayalgücü ürününden başka bir şey değildir. Bakteriler yaşam süreleri çok kısa olan ve dolayısıyla tek bir bilim adamının binlerce neslini gözlemleyebildiği canlılardır. Bu nedenle evrimciler yıllarca bakterileri sayısız mutasyona uğratmışlar, ancak tek bir bakteri neslinde dahi evrim gözleyememişlerdir. Fransa'nın en ünlü zoologlarından, 35 ciltlik Traité de Zoologie ansiklopedisinin editörü ve Fransız Bilimler Akademisi'nin (Académie des Sciences) eski başkanı Pierre-Paul Grassé, bakterilerin evrimi geçersiz kılan değişmezliği hakkında şunları yazar:
Bakteriler... çok sayıda üremeleri nedeniyle, en çok mutant (mutasyon geçirmiş canlı) ortaya çıkaran canlılardır. Ancak bakteriler... kendi türlerine çok büyük bir sadakat gösterirler. Escherichia coli bakterisinin mutantları çok dikkatli bir biçimde incelenmiştir ve bu konuda çok iyi bir örnektir. Okuyucular da kabul edecektir ki, evrimi kanıtlamak ve mekanizmalarını keşfetmek için örnek olarak seçilen bu canlının bir milyar yıldır hiçbir değişime uğramamış olması son derece şaşırtıcıdır. Eğer evrimsel bir değişim meydana getirmiyorlarsa, bu canlıların geçirdikleri bunca mutasyonun ne anlamı vardır? Sonuçta, bakterilerin ve virüslerin geçirdikleri mutasyonel değişimlerin, belirli bir genetik ortalamanın etrafında dönüp dolaşan kalıtsal dalgalanmalardan başka bir şey oluşturmadıkları ortaya çıkmaktadır; biraz sağa, biraz sola dalgalanma olmakta, ama nihai bir evrimsel değişim yaşanmamaktadır.6
Kısacası eğer mutasyonlar bakterilerde evrim sağlasaydı, bunun örneklerinin laboratuvarlarda görülmesi gerekirdi. Oysa durum bunun tam aksidir.

Küçük Değişikliklerin Zaman İçinde Evrime Neden Olduğu Yanılgısı

Belgeselde evrimcilerin klasik iddialarına yer verilmekte ve organizmalarda meydana gelen küçük değişikliklerin milyarlarca yıllık zaman içinde biriktiğini ve organizmaların türlerinin değişmesine neden olduğu öne sürülmektedir. Oysa, bu iddianın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.
Sözü edilen "tek tek, küçük, fark edilmeyen değişiklikler" mutasyonlardır. Çünkü evrim teorisinin değişime neden olarak gösterebildiği tek mekanizma mutasyonlardır.
Mutasyonlar; canlıların genetik şifrelerinde, radyasyon, kimyasal etkiler gibi birtakım dış etkenler nedeniyle meydana gelen bozulma ve değişmelerdir. Sağlıklı bir canlının genetik yapısı kusursuz bir düzen ve dizilime sahiptir. Mutasyonlar ise DNA üzerinde %99 zararlı ve tahrip edici, %1 ise etkisiz role sahiptir. Mutasyonlar canlıdaki genetik bilginin kayıtlı olduğu DNA dizilimlerini parçalar, yok eder veya yerlerini değiştirirler; mevcut bilgiyi ortadan kaldırırlar. Radyasyonun sebep olduğu mutasyonların genler üzerindeki zararlı etkisinin güncel örneklerinden birkaçı Hiroşima, Nagasaki ve Çernobil olaylarıdır. Bu felaketlere maruz kalanlarda meydana gelen genetik mutasyonlar sonucunda, sayısız insan ve canlı hayatını kaybetmiş, pek çoğu sakat kalmış, daha sonra gelen jenerasyonlarda dahi özürlü bireyler dünyaya gelmiştir.
Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan mutasyonların canlı organizmalara verdiği zararı şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu dört özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir.7
Dolayısıyla, doğada canlılara küçük küçük fark edilmeyen yararlı değişiklikler kazandıracak bir mekanizma bulunmamaktadır. NTV'nin bu konunun detaylarına girmemesinin sebebi, bu değişimin nasıl gerçekleştiğinin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır.

Türlerin Birbirlerinden Evrimleştiği Yanılgısı

Evrimcilere göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıllık uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Oysa eğer evrimcilerin bu iddiaları doğru olsaydı, yani NTV'nin iddia ettiği gibi, balıklar sürüngenlere, sürüngenler kuşlara... evrimleşmiş olsaydı, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara tür"ün oluşmuş ve yaşamış olması gerekirdi.
Bu iddiaya göre geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıydı. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıydı. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıydılar.
Geçmişte yaşamış olduklarına inanılan bu teorik canlılara "ara geçiş formu" adı verilir. Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışsa, bunların sayılarının ve türlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Bu gerçek Darwin tarafından da kabul edilmiştir.
Ancak bu ara geçiş formlarının fosilleri bir türlü bulunamamaktadır. Kuşkusuz Darwin de bunun farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu da görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.8
Darwin'den sonra da evrimciler bu ara geçiş formlarını bulamadılar. Bilimsel bulgular, evrim teorisinin öngörülerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi. Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, evrim teorisini benimsemesine karşın bu gerçeği şöyle kabul eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.9
Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki ise şu yorumu yapar:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin yaratıldığını savunan argümana destek sağlamıştır.10
Peki, ara geçiş formlarının bulunamayışı ve bunun evrim teorisi için çok büyük bir problem olduğu açık bir gerçekken, NTV ve diğer bazı evrimciler nasıl olur da hiçbir delilleri yokken "balıklar sürüngen oldu, sürüngenler kuş oldu" masalını anlatmaya devam edebilmektedirler? Bu sorunun cevabı, Sciencedergisindeki bir makalede şöyle açıklanır:
Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dışında kalan çok sayıda iyi eğitimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun olduğu gibi bir yanlış fikre kapılmıştır. Bu büyük olasılıkla ikincil kaynaklardaki olağanüstü basitleştirmeden kaynaklanmaktadır; alt seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düşünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) gelişmeler elde etmeyi ummuşlardır. Bu gelişmeler elde edilememiş, ama yine de iyimser bir bekleyiş devam etmiş ve bir kısım hayal ürünü fantaziler de ders kitaplarına kadar girmiştir.11
Science dergisinde açıklandığı gibi NTV'nin bilim dışı iddiasının arkasında "tarafsız olamama, hayal kurma" gibi etkenler bulunmaktadır. NTV, evrim fantazilerini bir masal gibi izleyiciye sunmuş ve "prense dönüşen kurbağa" masalını anlatır gibi, "insana dönüşen bakteriler, kuş olan sürüngenler, karaya çıkan balıklar" masalını anlatmıştır.

NTV, Haeckel'in Sahtekarlığını Neden Hala Bilim Gibi Gösteriyor?

NTV'nin İnsan Vücudu belgeselinde, insan ve balık embriyoları karşılaştırılmakta ve yıllar önce bilim literatüründen çıkarılmış "Rekapitülasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek gibi gösterilmektedir. Rekapitülasyon terimi, evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonlarında ortaya attığı "Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisinin özet ifade biçimidir.
Haeckel tarafından öne sürülen bu teori, canlı embriyolarının gelişim süreçleri sırasında, sözde atalarının geçirmiş oldukları evrimsel süreci tekrarladıklarını iddia eder. Örneğin, NTV'nin insan ve balık embriyolarını ekrana getirerek iddia ettiği gibi, insan embriyosunun, anne karnındaki gelişimi sırasında önce balık, sonra sürüngen özellikleri gösterdiğini, en son olarak da insana dönüştüğünü öne sürer.
Haeckel'in hayali iddialarının geçersizliği bilimsel kanıtlarla ortaya konmuştur. İnsan embriyosunun anne karnındaki gelişimi ile yeryüzündeki en büyük mucizelerden biri gerçekleşmektedir.
Oysa bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo olduğu yıllar önce ortaya çıkmıştır. İnsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktığı iddia edilen sözde "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmıştır. Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese olduğu ortaya çıkmıştır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise, insanın omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktığı için "kuyruk" gibi gözükmektedir.
Bunlar bilim dünyasında herkesin bildiği gerçeklerdir. Evrimciler de bunu kabul ederler. Neo-Darwinizm'in kurucularından George Gaylord Simpson, "Haeckel evrimsel gelişimi yanlış bir şekilde ortaya koydu. Bugün canlıların embriyolojik gelişimlerinin geçmişlerini yansıtmadığı artık kesin olarak biliniyor" diye yazar.12 American Scientist'te yayınlanan bir makalede ise şöyle denmektedir:
Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüştür. 1950'li yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. Aslında bilimsel bir tartışma olarak 20'li yıllarda sonu gelmişti.13
Haeckel 19. yüzyılın sonlarından kalma çizimlerinin sahte olduğunu kendisi de itiraf etmek zorunda kalmıştır.
New Scientist dergisindeki 16 Ekim 1999 tarihli bir makalede ise şunlar yazılıdır:
Haeckel'in keskin yasasının yanlış olduğu yakın bir zaman sonra gösterildi. Örneğin, erken insan embriyosunun hiçbir zaman bir balık gibi solungaçları yoktur ve embriyo hiçbir zaman erişkin bir sürüngene ya da maymuna benzer evrelerden geçmez.14
Konunun daha da ilginç bir başka yönü ise, Ernst Haeckel'in aslında ortaya attığı Rekapitülasyon teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıkları yapmış olmasıdır. Haeckel, balık ve insan embriyolarını birbirine benzetebilmek için sahte çizimler yapmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise, diğer evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir şey değildir:
Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.15
Ünlü bilim dergisi Science da, 5 Eylül 1997 tarihli sayısında, Haeckel'in embriyo çizimlerinin bir sahtekarlık ürünü olduğunu açıklayan bir makale yayınlamıştır. "Haeckel's Embryos: Fraud Rediscovered" (Haeckel'in Embriyoları: Sahtekarlık Yeniden Keşfedildi) başlıklı yazıda şöyle denmektedir:
Londra'daki St. George's Hospital Medical School'dan embriyolog Michael Richardson, '(Haeckel'in çizimlerinin) verdiği izlenim, yani embriyoların birbirine çok benzedikleri izlenimi yanlış' diyor... O ve arkadaşları Haeckel'in çizdiği türdeki ve yaştaki canlıların embriyolarını yeniden inceleyerek ve fotoğraflayarak kendi karşılaştırmalarını yapmışlar. Richardson, "Anatomy and Embryology" dergisine yazdığı makalede, 'embriyolar çoğu zaman şaşırtıcı derecede farklı görünüyorlar' diye not ediyor.
Kısacası, Haeckel'in çizimlerinin bir sahtekarlık olduğu henüz 1901 yılında ortaya çıkmış olmasına rağmen, NTV gibi evrim savunucuları, bu teoriyi bilimsel bir gerçek gibi izleyiciye sunmaya çalışmaktadır.

İçi Boş İfadeler, İzleyiciyi "Büyülemeye" Çalışan Boş Sözler

"Evrim mucizesi""evrim bu olağanüstü değişimi başardı""evrimin şekillendirdiği insan vücudu" gibi ifadelere, evrimci kaynaklarda sık sık rastlanır. NTV de bu ifadeleri bolca kullanmış, son derece renkli ve çarpıcı görüntülerle birlikte "evrim mucizesi" telkinini vermeye çalışmıştır. Ancak NTV'nin kullandığı bu ifadeler incelendiğinde, bunların tamamen bilimsel delilden yoksun oldukları görülmektedir.
NTV, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan cümleleri kullanarak ard arda birçok iddia sıralamış, tahmin edileceği üzere, bunların hiçbirinin nasıl gerçekleştiğini, hangi evrim mekanizmalarının bu değişimleri nasıl meydana getirdiğini açıklamamıştır. İşte NTV'nin açıklamadığı daha doğrusu açıklayamadığı için süslü ifadelerle geçiştirdiği konulardan bazıları:
  • NTV"gördüğünüz gibi sularda ilk bakteriler vardı, sonra bunlar daha kompleks canlılara evrimleşti" demiş, ancak cansız maddelerle dolu dünyada ilk bakterilerin o sularda nasıl belirdiğinden ve bunların nasıl kompleks canlılara evrimleştiğinden hiç söz etmemiştir. Çünkü bunu ne NTV ne de diğer evrimciler bilmemektedirler.
  • NTV"bakterilerin içinde bulunduğu çevre değiştikçe, daha kompleks hücre grupları oluşmaya başladı" demiş, ancak tek bir hücrenin bile tesadüfi evrim mekanizmaları ile oluşmasının büyük bir muamma olduğu gerçeğinden söz etmemiştir.
  • NTV"balıklar sürüngenlere evrimleşti" demiş, ancak suda solungaçları ile nefes alıp verebilen, karada nefes alabilmek için bir akciğeri, yürümek için ayakları olmayan bu canlının nasıl olup da karaya hemen uyum sağladığından, hangi evrim mekanizmaları ile hangi organlarının nasıl evrimleşebildiğinden hiç söz etmemiştir. Çünkü bu, evrimciler için büyük bir sorundur ve bunu hiçbir sözde evrim mekanizması ile açıklayamamaktadırlar.
  • NTV"sürüngenler kuş oldu, sürüngen pulları kuş tüylerine dönüştü" demiş, ancak böylesine imkansız bir evrimleşmenin nasıl gerçekleştiğinden yine bahsetmemiştir. Çünkü, sürüngenlerin kuşlara tesadüfi mutasyonlarla evrimleşmesinin imkansız olduğu, sürüngen pullarının ise kuş tüyleri ile tamamen farklı yapılara sahip olduğu ve birbirlerine dönüşmelerinin mümkün olmadığı evrimciler tarafından da bilinen bir gerçektir.
  • NTV, kulak kemiklerinden söz ederken "evrimin binlerce yıldır inanılmaz yöntemlerle şekillendirdiği bir yer" ifadesini kullanmış, ancak bu "inanılmaz yöntemler"in neler olduğundan hiç söz etmemiştir. Çünkü böyle bir yöntem ne NTVne de diğer evrimciler tarafından bilinmemektedir.
  • NTV"işitme yanında dengemizi ve iki ayağımız üzerinde yürümemizi sağlayan kulağın diğer bölümleri, ellerimiz, kollarımız ve bütün vücudumuz evrim sayesinde şekilenmiştir" demiş, ancak evrimin tüm bu kompleks organları nasıl şekillendirdiğinden hiç söz etmemiştir. Çünkü evrim teorisi indirgenemez kompleksliğe sahip organların nasıl oluştuğunu açıklayamaz.
  • NTV"nasıl yaşadığımız, vücudumuzun şekli gibi kararlar, daha ilk insan ortaya çıkmadan milyarlarca yıl önce verildi" demiştir. Ancak milyarlarca yıl sonra oluşacak olan insanın gözünün, kulağının, kalbinin, beyninin nasıl olacağına kimin karar verdiğini, cansız maddelerle dolu dünyada bu kadar olağanüstü bilinçli, akıllı ve organize sistemler için kimlerin planlar yaptığını açıklamamıştır. Acaba, NTV bu soruların cevabını verebilecek midir? Yani ilkel dünyada, kusursuz bir yaratılışa sahip insan vücudu ile ilgili planları, hangi şuursuz, akılsız ve bilgisiz atomlar yapmış olabilir?
Görüldüğü gibi, NTV'nin evrim propagandası son derece temelsizdir; akıl, mantık ve bilimle hiçbir ilgisi olmayan iddialar bilim kisvesi altında izleyiciye sunulmuştur. NTV, evrim teorisinin tüm bu iddiaları gerçekte açıklayamadığının farkında olacak ki, evrim hikayesini anlatmaya başlamadan önce, bu hikayenin "inanılması güç bir hikaye" olduğunu vurgulamış ve şöyle demiştir:
Vücudumuz günlük hayatı mümkün kılan mucizenin yanında bizden büyük bir sır daha saklar. İnanılması daha güç olan bu sır, şu anki halimize nasıl geldiğimizin hikayesidir.

Yaşamın Volkanların, Sülfürlü Suların Olduğu
Bir Ortamda Kendiliğinden Başladığı Yanılgısı

Evrim teorisinin ne kadar mantıksız ve dayanaksız olduğunu görmek için NTV'deki belgeselde yer alan şu iddianın incelenmesi yeterlidir: NTV'deki belgeselde, Amerika'daki termal suların bulunduğu Yellowstone Parkı görüntüye gelmekte ve "eğer 3 milyar yıl önce burada olsaydınız ilk canlıların nasıl oluştuğuna tanıklık ederdiniz" denmektedir. Madem canlıların oluşumuna tanıklık etmek evrimcilerin iddia ettiği gibi bu kadar kolaydır, öyle ise neden evrimciler bu tür yerlerde ilk canlılığı oluşturmak için deneyler yapmamaktadırlar?
Günümüzde…
Evrimciler rastgele tesadüflerle aminoasitlerin "ilkel çorba" adını verdikleri bir ortamda oluştuğunu ve ilk canlılığın böylece ortaya çıktığını iddia ederler. Eğer canlıların oluşumuna tanıklık etmek bu kadar kolay ise neden evrimciler bir havuzun içine diledikleri malzemeleri atarak bir deney gerçekleştirmiyorlar? Üstelik, bu deneyde günümüz teknolojisiyle diledikleri koşulları oluşturabilir, diledikleri malzemeleri kullanabilirler. Hatta, "ilkel dünya" olarak nitelendirdikleri başıboş, rastgele etkenleri bertaraf edebilir; rastgele mutasyonlar değil, bilinçli bir şekilde yönlendirilmiş mutasyonları kullanabilirler.
35 Milyarlarca Yıl Sonra…
Hatta, onlara hazır proteinler ve canlılık için gereken fosfattan karbona kadar her türlü malzemeyi kullanma izni de verilebilir. Bunun yanında, eğer "zamana ihtiyacımız var" diyorlarsa, bu deney alanını milyarlarca yıl boyunca birbirlerine miras bırakabilirler. Ne var ki, tüm bu tanınan imkanlara rağmen evrimciler böyle bir yerde, gülleri, kaplanları, domatesi, beyin cerrahlarını, kendi bedenini oluşturan hücreleri inceleyen biyoloji profesörlerini oluşturamazlar. Ortaya sadece kahverengi çamurlu bir sudan başkası çıkamaz.
Üstelik, bu deneylerde evrimciler günümüz teknolojisiyle diledikleri koşulları oluşturabilir, diledikleri malzemeleri kullanabilirler. Hatta, ilkel dünya koşullarındaki başıboş, rastgele etkenleri bertaraf edebilir, rastgele mutasyonlar değil, bilinçli bir şekilde yönlendirilmiş mutasyonları kullanabilirler. Hatta, onlara hazır proteinler ve canlılık için gereken fosfattan karbona kadar her türlü malzemeyi kullanma izni de verilebilir. Bunun yanında, eğer "zamana ihtiyacımız var" diyorlarsa, bu deney alanını milyarlarca yıl boyunca birbirlerine miras bırakabilirler. Dünyanın en önde gelen evrimci bilim adamları, bu deneye katkıda bulunabilir.
Ne var ki, tüm bu tanınan imkanlara rağmen evrimciler böyle bir yerde, gülleri, kaplanları, kartalları, güvercinleri, kelebekleri, muhabbet kuşlarını, kedileri, incir ağacını, dutları, portakalı, domatesi, limonu, karpuzu, menekşeleri, ayçiçeğini, film yapımcılarını, yazarları, atom mühendislerini, beyin cerrahlarını, üniversite öğrencilerini, kendini oluşturan hücreleri inceleyen biyoloji profesörlerini, üniversite rektörlerini, devlet başkanlarını, ressamları, mimarları oluşturamazlar. Değil burada sayılanları, bu deney alanında tek bir hücre bile meydana getiremezler.
Prof. Hoyle, bir evrimci olmasına rağmen bu gerçeği itiraf etmiştir:
Eğer maddenin, organik (cansız) sistemleri hayata doğru iten bir temel prensibi olsaydı, bunun varlığının laboratuvarda kolaylıkla kanıtlanabilir olması gerekirdi. İlkel çorbayı temsil etmek üzere, örneğin bir yüzme havuzunu ele alın. Bunu biyolojik olmayan özellikteki kimyasallarla istediğiniz gibi doldurun. İstediğiniz gazı üzerine pompalayın veya arasından isterseniz hoşunuza giden herhangi bir çeşitte radyasyon verin. Deneyin bir sene sürmesine izin verin ve o 2000 enzimden (canlı hücreler tarafından üretilen proteinler) kaç tanesinin havuzda ortaya çıkacağını görün. Ben cevabını vereceğim, böylelikle deneyi yapmanın zaman, zorluk ve masrafından kurtulmuş olursunuz. Muhtemelen aminoasitlerden ve diğer basit organik kimyasallardan oluşan, kahverengimsi çamurdan başka hiçbir şey bulamayacaksınız. Bu iddiadan bu kadar emin nasıl olabilirim? Eğer tam tersi olacak olsaydı, bu deney şimdiye kadar çoktan yapılmış olurdu ve eğer yapılsaydı dünya çapında çok iyi bilinip ünlü olurdu. Bunun maliyeti ise Ay'a bir adamı yerleştirmeyle karşılaştırıldığında çok önemsiz kalacaktır.16

Sonuç

NTV, sonuç alamayacağı bir evrim propagandasının içine girmiştir. İzleyiciye hiçbir delil sunmadan, "burada bakteriler vardı, sonra bunlar evrimleşti ve en sonunda insan oldu, bu evrimin büyük bir mucizesidir" diyerek, insanları evrime inandırmaya çalışmak boş bir çabadır. Çünkü günümüzde, ortaokul çocukları dahi evrim hikayelerini ciddiye almamakta, hatta bunları komik bulmaktadır.

DİPNOTLAR

1. Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri, Tübitak Yayınları, 8. basım, s. 25.
2. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986, s.127. 
3. Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, Simon & Schuster, New York, 1984, s. 148. 
4. Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, s. 130. 
5. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, s. 79. 
6. Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 87.
7. B. G. Ranganathan, Origins?, The Banner Of Truth Trust, Pennsylvania, 1988.
8. Charles Darwin, The Origin of Species, ss. 172, 280. 
9. Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, 1976, s. 133. 
10. Mark Czarnecki, "The Revival of the Creationist Crusade", MacLean's, 19 Ocak 1981, s. 56. 
11. Science, 17 Temmuz 1981, s. 289. 
12. G. G. Simpson, W. Beck, An Introduction to Biology, Harcourt Brace and World, New York, 1965, s. 241. 
13. Keith S. Thompson, "Ontogeny and Phylogeny Recapitulated", American Scientist, cilt 76, Mayıs-Haziran 1988, s. 273. 
14. Ken McNamara, "Embryos and Evolution", New Scientist, 16 Ekim 1999.
15. Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, Ticknor and Fields, New York, 1982, s. 204. 
16. Sir Fred Hoyle, The Intelligent Universe, Holt, Rinehart and Winston, New York, 1983, ss. 20-21.

Ntv'den Evrim Masalları -II-

Ntv'den Evrim Masalları -II-

NTV'de 18 Eylül 2002 tarihinde yayınlanmaya başlayan The Human Body (İnsan Vücudu) isimli belgeselin, 25 Eylül 2002 tarihinde yayınlanan ikinci bölümü de bilimsellikten uzak bir evrim propagandası niteliğindeydi. Aşağıda, NTV'de yayınlanan belgeselin bu bölümünde yer alan yanılgılar bilimsel olarak açıklanmaktadır.

NTV'nin "Balık Solungaçları İnsan Kulağı Oldu" Masalı

NTV'deki belgeselde insanlarla balıkların ortak bir ataya sahip oldukları öne sürülüyor ve insan vücudunda buna delil olacak bazı izler olduğu iddia ediliyordu.NTV'ye göre, insan kulağı bu izlere bir örnekti ve insan kulağının kökeni sözde ortak atalar paylaştığımız balıkların solungaçlarının yanındaki kemiklerdi.
NTV'nin bu iddiası yıllar önce bilim literatüründen çıkartılmış olan Rekapitülasyon teorisine dayanmaktadır. Bu konu bir önceki "NTV'den Evrim Masalları 1" başlıklı yazıda açıklandığı için burada tekrarlanmayacaktır. Burada üzerinde durulacak konu, insan kulağının bir balık kemiğinden tesadüflerle evrimleşemeyecek kadar kompleks bir yapıya sahip oluşudur.

İnsan Kulağı İndirgenemez Kompleksliğe Sahiptir

İnsan kulağının indirgenemez kompleksliğe sahip olmasının anlamı şudur: İnsan kulağı birçok parçanın biraraya gelmesinden oluşur ve bu parçaların birbirleriyle uyum içinde çalışmaları sonucunda biz duyarız. Bu parçalardan biri eksik olduğunda işitmemizde önemli hasarlar oluşabilir. İndirgenemez kompleksliğe sahip bir organın evrim sürecinde, tesadüflerle, aşama aşama gelişmesi ise imkansızdır. Duyma işleminin nasıl gerçekleştiği hakkında verilecek kısa bir bilgi, bu gerçeğin daha açık olarak anlaşılmasını sağlayacaktır.
Duyma işlemi, bilindiği gibi havada yayılan titreşimlerle başlar. Bu titreşimler kulak kepçesinde güçlendirilir. Bu şekilde ses dalgalarının şiddeti yaklaşık 17 desibel artar.1
a) Kulağın üç ayrı bölgesi olan dış kulak, orta kulak ve iç kulak görülüyor. b) Orta ve iç kulağın büyütüldüğü bu resimde, kulak zarı, üç hassas kemik ve bu kemiklerin oval pencere ile bağlantısı görülüyor. Kulak zarına çarpan ses, bu hassas kemikleri titreştirir ve böylece bir sonraki yapı olan salyangozun içindeki sıvılar hareketlenir. c) Resimde görülen kokleanın yatay kesitinde üç bölüm vardır. Orta bölümde Korti organı ve ses alıcıları yer alır. d) Bu büyütülmüş şemada ise Korti organındaki tüycükler görülüyor. Bu tüycükler sayesinde ses uyarıları beyne ulaşır.
Böylece güçlendirilen ses, dış kulak yoluna girer. Yaklaşık 3,5 cm uzunluğundaki dış kulak yolunun önemli bir özelliği, düzenli olarak salgılanan kulak sıvısıdır. Bu sıvı, bakterileri ve böcekleri kulaktan uzak tutan antiseptik bir içeriğe sahiptir. Dış kulak yolunun yüzeyindeki hücreler ise, dış yöne doğru bir spiral oluşturacak şekilde dizilmiştir. Bu sayede kulak sıvısı hep kulaktan dışarı doğru akar.
Dış kulak yolundan bu şekilde geçen ses titreşimleri, kulak zarına varır. Kulak zarı öylesine hassastır ki, molekül boyutundaki titreşimleri bile algılar. Kulak zarının bu hassasiyeti sayesinde, gürültüsüz bir ortamda, sizden metrelerce uzakta fısıldayan bir insanı kolaylıkla duyabilirsiniz. Zarın bir diğer olağanüstü özelliği ise, bir titreşim aldıktan sonra, hemen tekrar normal durumuna dönmesidir. Eğer zar bu denli hızlı bir biçimde hareketsiz hale dönmeseydi, duyduğumuz her ses kulağımızın içinde yankı yapardı.
Kulak zarı, kendisine ulaşan titreşimleri güçlendirerek orta kulak bölgesine aktarır. Burada birbiri ile çok hassas bir dengede temas eden üç küçük kemik vardır. Örs, çekiç ve üzengi olarak bilinen bu üç kemik, zardan kendilerine ulaşan titreşimleri yükseltirler.
Ancak orta kulağın bir de aşırı derecede yüksek sesleri aşağı indirmek gibi bir tür "tampon" özelliği de vardır. Bu özellik, örs, çekiç ve üzengi kemiklerini kontrol eden, vücudun en küçük boyuttaki iki kası tarafından sağlanır. Bu kaslar, aşırı derecede yüksek seslerin iç kulağa geçirilmeden önce hafifletilmesini sağlar. Bu sayede bizim için şok meydana getirecek derecede yüksek sesleri daha alçak düzeylerde duyarız. Bu kaslar bizim kontrolümüz dışında, otomatik olarak devreye girerler.
Bu denli kusursuz bir yaratılışa sahip olan orta kulağın önemli bir dengeyi korumaya ihtiyacı vardır. Bu denge, orta kulaktaki hava basıncı ile, kulak zarının öteki tarafındaki, yani atmosferdeki hava basıncının eşit olması zorunluluğudur. Ancak bu denge de düşünülmüş ve orta kulak ile dış dünya arasında hava alışverişi sağlayan bir "havalandırma kanalı" var edilmiştir. Bu kanal, orta kulaktan ağzımıza kadar uzanan içi boş bir boru olan östaki borusudur.
Buraya kadar anlattığımız mekanik hareketlerin sese dönüştürülmeye başlaması, iç kulak adı verilen bölgede olur. İç kulakta, içi sıvıyla kaplı olan salyangoz adlı organ yer alır.
Dışarıdan duyduğumuz seslere ait titreşimler iç kulaktaki sıvıyı harekete geçirir. Bu sıvının hareketlenmesiyle resimde görülen salyangozun iç duvarındaki tüycükler hareketlenir. işte bu tüycüklerin hareketleri, bir kemanın sesinin, televizyondaki spikerin konuşmasının veya sokaktaki kedinin sesinin elektrik sinyalleri olarak beynimize ulaşmasını sağlar. Bu kusursuz yapılar sayesinde milyonlarca farklı sesi birbirinden ayırt edebiliriz. Bilim bu sistemin teknik detaylarını tam olarak çözememiştir. Ama sistem ilk insandan bu yana kusursuz olarak işlemektedir. Burada Yaratıcımız olan Allah'ın kusursuz sanatını görerek bize verdiği bu nimetler için şükran duymamız gerekir.
Orta kulağın en son parçası olan üzengi kemiği, salyangozun başlangıcındaki bir zara bağlıdır. Orta kulaktaki mekanik titreşimler, bu bağlantıyla iç kulağın sıvısına aktarılmış olur.
İç kulaktaki sıvıya ulaşan titreşimler, bu sıvının içinde dalgalanmalar oluşturur. Salyangozun iç duvarlarında ise, bu sıvının dalgalanmalarından etkilenen küçük tüycükler vardır. Bu tüycükler, sıvıdaki dalgalanmalara göre belli belirsiz şekilde hareketlenir. Eğer güçlü bir ses gelirse, daha fazla sayıdaki tüycük, daha güçlü bir biçimde eğilir. Dış dünyadaki her ayrı ses frekansı, bu tüycükler üzerinde ayrı etkileşimler oluşturmaktadır.
Peki ama bu tüycüklerin hareketinin anlamı nedir? Bir klasik müzik konseri dinlememizle, arkadaşımızın sesini tanımamızla, araba gürültüsünü duymamızla ve milyonlarca farklı sesi ayırt etmemizle, iç kulak salyangozundaki tüycüklerin hareketinin ne gibi bir ilişkisi vardır?
Cevap çok ilginçtir ve kulaktaki yaratılışın kompleksliğini bizlere bir kez daha gösterir. Bu tüycükler, aslında salyangozun iç duvarını çevreleyen yaklaşık 20 bin ayrı hücrenin tepesinde yer alan birer mekanizmadır. Tüycükler bir titreşim algıladıklarında, aynı domino taşları gibi birbirlerini iterek hareket ederler. İşte bu hareket, tüycüklerin altındaki hücrelerin kapılarını açar. Bu sayede hücrelere iyon girişi olur. Tüycükler ters yöne yattıklarında ise hücre kapıları bu kez kapanır. Bu sürekli hareket, hücrelerin kimyasal dengelerini de sürekli değiştirir ve elektrik uyarıları üretmelerini sağlar. Bu elektrik uyarıları, sinirler aracılığıyla beyne iletilir ve beyin de bunları yorumlayarak ses haline getirir.


Bir müzik eserini dinlerken işittiğimiz sesin kalitesini, bugün en yüksek teknolojiye sahip ses sistemleri dahi bize sunamamaktadır. Et ve kemikten oluşan kulağımızın içindeki işitme sistemi ise kusursuzdur. Bu olağanüstü sistemi bilim adamları henüz tam anlamıyla çözebilmiş dahi değiller. Bu mükemmelliğin tesadüfen oluşabileceğine inanmak kesinlikle peri masallarına inanmaktan öteye geçemez.
Bilim bu sistemin teknik detaylarını tam olarak çözememiştir. İç kulaktaki hücreler, söz konusu elektrik sinyallerini üretirken, dış dünyadan gelen dalgaların frekanslarını, kuvvetlerini ve ritimlerini de yansıtmayı başarırlar. Bu öylesine kompleks bir işlemdir ki, bilim bugüne dek, frekans ayrıştırma işleminin iç kulakta mı, yoksa beyinde mi yapıldığını dahi saptayamamıştır.
Buraya dek incelediğimiz tüm bilgiler, bizlere işitme organımız olan kulakların olağanüstü bir yaratılışa sahip olduğunu göstermektedir. Ve dikkat edilirse, bu tamamen "indirgenemez kompleks" bir yaratılıştır. Çünkü duymanın gerçekleşebilmesi için, birbirinden bağımsız çok sayıda parçanın eksiksiz ve kusursuz olarak var olması gerekmektedir.
Bunlardan birini, örneğin orta kulaktaki "çekiç" kemiğini çıkarın, ya da yapısını bozun, artık hiçbir şey duymazsınız. Kulağınızın duyması için; dış kulak zarı, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, iç kulak zarı, salganyoz, salyangoz sıvısı, algılayıcı hücreler, bu hücrelerin titreşimi algılamalarını sağlayan tüycükler, hücrelerden beyne giden sinir ağı ve beyindeki duyma merkezi gibi farklı elemanların her birinin eksiksiz olarak var olması gerekir. Sistem "aşama aşama" gelişemez, çünkü ara aşamaların hiçbiri herhangi bir işe yaramayacaktır.
Kulak gibi kompleks bir organın, evrim gibi bilinçsiz, tamamen tesadüflere dayalı bir süreç tarafından aşama aşama inşa edildiği iddiası hem bilim hem de akıl dışıdır. NTV de bu imkansızlığın farkında olacak ki, belgeselde sık sık bunun inanılması çok zor bir mucize olduğu tekrarlanmakta ve şöyle denmektedir:
Evrim vücudumuzu şekillendirmektedir. Tüm bunların gerçekleşebildiğine inanmak çok zor.

NTV'nin Zaman Yanılgısı

NTV'nin sıkça tekrarladığı iddialarından biri ise, en küçük değişikliklerin dahi zaman içinde birikerek büyük değişikliklere sebep olması ve imkansız olan evrimin, bu şekilde gerçekleştiğidir.
NTV gibi diğer evrimcilerin de en temel sığınma noktalarından birisi olan bu argümanın temelinde, zamanın imkansızı başarabilecek bir güç olduğu varsayımı yatar. Buna göre, kimyasal bir karışımın tesadüfen aminoasitleri, proteinleri, DNA ve RNA'yı, diğer hücre parçacıklarını ve sonuçta canlı bir hücreyi oluşturmaları veya bir sürüngenin kuşa dönüşmesi kısa bir zaman aralığında imkansızdır. Ancak zaman uzadıkça, örneğin milyonlarca yıla çıktıkça, bu imkansız olasılık, birdenbire mümkün hale gelir.
Evrimciler bu zaman faktörünü "faydalı tesadüflerin birikmesi" olarak açıklarlar. Yani bir yapı, faydalı bir tesadüfle olumlu bir özellik kazanacak, aradan birkaç bin yıl geçtikten sonra bir faydalı tesadüf daha ona eklenecek, birkaç on bin yıl sonra bir tanesi daha gerçekleşecek ve sonuçta milyonlarca yıl içinde bu yararlı tesadüfler birikerek büyük ve olumlu bir değişim meydana getireceklerdir.
Pek çok insan, bu mantığı fazla incelemeden kabul eder. Oysa bu mantığın içinde çok açık ve temel bir aldatmaca vardır. Bu aldatmaca, "faydalı tesadüflerin birbirlerine eklenmeleri" tezinde yatar. Oysa faydalı tesadüfleri seçecek ve birbirlerine eklenmeleri için bekletecek bir mekanizma doğada yoktur.
Bununla ne demek istediğimizi, evrimcilerin de başvurduğu bir örnekle açıklayabiliriz. Bir proteinin tesadüfler sonucu sentezlenmesi olasılığından söz ederken, bazı bilim adamları bir örnek verir ve bunun "bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar az" olduğunu belirtirler.
Ancak evrimciler bu tür açıklamalar ve çelişkiler karşısında yine zaman iddiasına sığınırlar. Ve şöyle bir açıklama yaparlar: "Maymun tuşlara bastığında, her harf için 29'da 1 doğru yapma ihtimali vardır. Bir kere doğru tuşa bastığında, bu doğru tuş doğal seleksiyon yoluyla seçilir. Bir sonraki tuş için yapacağı hatalar da yine doğal seleksiyon yoluyla seçilir. Böylece, milyonlarca yıl süren bir eleme süreci içinde, maymun insanlık tarihini yazabilir."
Evrimcilerin savundukları zaman iddialarının temelinde de buradaki mantık yatar. Oysa az önce belirttiğimiz gibi bu yaklaşımda çok açık bir aldatmaca vardır: Doğada, maymunun bastığı tuşlardan hangisinin doğru olduğunu belirleyip seçecek bir mekanizma yoktur! "Tamam bu harf doğru oldu, şimdi bunu koruyarak bir sonraki basamağa geçelim" diyecek bir bilinç yoktur.
Boş bir arazide çıkan fırtına sonrasında tesadüfen bir şehrin oluşması ne kadar mümkünse, kompleks bir hücrenin tesadüfen kendi kendine oluşması da ancak o kadar mümkündür. Fakat evrim teorisi konusunda bağnaz bir düşünceye sahip olan evrimciler, bu imkansız olayın gerçekleştiğine inanırlar. Ve gerçek dışı inançlarını savunmak uğruna umutsuzca bu iddiaya kanıt bulmaya çalışırlar.
Dahası, doğada tuşlara basacak bir maymun bile yoktur. Çünkü tuşlara basmak da bir bilinç ister. Evrimcilerin argümanı, ancak bir daktilonun tuşlarının rüzgar, yağmur, deprem gibi doğal etkilerle hareket ettiği olmalıdır.
Hücrenin ve tüm canlı yapıların tesadüfen oluşması senaryosunu bu gerçekçi zeminde incelediğimizde, tam bir safsata ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Sadece tek bir hücrenin ve hücreyi oluşturan milyonlarca küçük yapı taşının tesadüfen oluşmaları ve düzenli bir biçimde dizilmeleri, dev bir kentin herhangi bir inşa edici güç olmadan, doğal yollarla oluşmasına benzetilebilir. Yağmur, toprak ve ısı tesadüfler sayesinde birleşerek milyonlarca tuğla oluşturacak, sonra bu tuğlalar, rüzgar, deprem, sel gibi etkilerle yan yana ve üst üste dizilip evleri meydana getirecek, yolları ve kaldırımları ortaya çıkaracaklar, sonunda da kocaman bir kent tesadüfen oluşacaktır.
Size birisi böyle bir iddiada bulunursa, onun akli dengesinden kuşkulanırsınız. Peki bu kişi söz konusu şehrin kısa bir zamanda değil de, birkaç milyon yıl içinde oluştuğunu öne sürerse bir şey değişir mi? Elbette değişmez. Safsata safsatadır ve imkansız da, ne kadar uzun bir zamana yayılırsa yayılsın, imkansızdır. Dolayısıyla NTV'nin "zaman"ı kurtarıcı gibi göstermeye çalışması, iddialarını geçerli kılmamaktadır.

DİPNOTLAR

1. Color Atlas of Human Anatomy, Harmony Books, New York, 1994, s. 70